20 Haziran 2013 Perşembe

{KI(SA}ÇMALAR)

- Seni seviyorum
- Beni değil, Sendeki tezahürümü
------------------------------------------------------------------------------

Bir bar kapısında yitirdim zatını. Dudaklarımda "deneme sürüşünden" arta kalan ekşimiş bir iki damla tükürük ve elimin sıcaklığının yoksunluk nöbeti ile...
------------------------------------------------------------------------------

Lale'yi okuyorum.
Rap, Rap, Rap.
Postallaştırılmış kafamla.
Derdest edilmiş varlığımızın
hiçliğine şükredip,
kırk ikiye doğacak güneşin arefesinde
bir sınır boyu karakolunda
imparatorlaşıyorum...
Sunaklı bir yolun
ortasına kurulmuş tahtın üstünde
hiçlik merasimi ile
Lale'yi sunuyorum taş bir kadeh içinde,
Zapturapt altında kalan son hecelerime.
O'nu adıyorum.
Ve tüm korkularımı gidermek için
uluyorum;
"Yektir Allah. La ilahe illallah."

Bu izbe, yıkık, viran binada, sınır boyunda
kendimi özlüyorum...

ŞEMSPARE İÇİN

Yaşamından bir günün değerini bildğin gibi bilmelisin bu kitabın değerini. Okurunun elinde saatlerce meşk eden bu mısraların, çiftleşen ve döllenen düşüncelerin kıymetini bilmelisin. Elindekinin yalnız bir kitap değil; Her cümlede, gözün gördüğünün "öte"sindeki dünyaya (yaşam) açılan, zümrüt ve yakut ve dahi sedef kakmalı bir kapı olduğunu idrak etmelisin. Defahatle geçmek üzere bu kapıdan.

Dostlukla...

6 Haziran 2013 Perşembe

İSYAN VE İŞGAL ALTINDA GÜZELLEŞTİ ÜLKEM

Öncelikle bildirmek isterim ki yüreği kocaman bir çapulcu olmaktan aldığım hazzı bu yaşıma kadar hiç bir şeyden almadım. Üç beş ağaçtı ilk başlarda derdimiz, onları sardık sarmaladık. Zulme uğradık. Sonra gördük ki daha büyük sorunlarımızda var sarılmamız gereken. Özgürlüğümüz gibi, gençliğimiz gibi, varlığımız, muhatap lığımız gibi.

Çullandılar üzerimize. Sopa, gaz, su, biber, portakal, ses bombaları ile. Kanun adına kan döktüler. Can yaktılar. Oysa gençliğe can veriyordu düşlerimiz. Sadece dinlenmek, anlaşılmak, ötekileştirilmemek istedik. Kötü mü ettik? Bir nesli saplandığı bilgisayar başındna kaldırdık, anayasal bir hak mücadelesinde saflarda toplandık. Kimiz biz? Kim kontrol ediyor bizi?

Yöneticilerimizi çıldırtan şeyde bu soruların cevapsızlığı oldu zaten. Soruları cevapsız kaldıkça, bir günah keçisi ilan edip onu un ufak edip bu olayları sonlandıramadıkça daha vahşice geldiler üzerimize, biz bir parkta özgürce şarkılar söylerken. Hayatında hiç bir siyasi görüşü olmamış, hiç bir toplumsal olaya karışmamış onlarca genç ilk defa aynı amaç uğruna birleşmiş, umut, kardeşlik ve dayanışma dağıtıyor birbirine. Hiç bir çıkar ummadan bir birine insanca yardım eden insan manzaralı geldikçe Taksimden panik daha da arttı. Çünkü uzun süredir benim memleketimde yardım, birileri tarafından siyasi çıkar amaçlı yapılan ve istenilen elde edildikten sonra yardım edilenin değersizleştiği bir hal aldı. Şimdi kim cürret edebilir ki çıkarsız bir yardım ve dayanışma ruhuna. Ne haddimize.

Hepimiz farkındayız iş çoktan üç beş ağaç meselesinden çıktı. Biz anlaşılmak farkedilmek ve görülmek davası güdüyoruz artık en barışçıl ve insani yollarla.

Taksimde sabahladım 3 gece. 3 gece oturduğum yerden gaz soludum. Barikata da yardım ettim hani sizin şu vandalist diye yaftaladığınız biçimde. Çünkü o barikat olmazsa öldüresiye saldıracaksınız üstümüze. Bizler kimse ile savaşmadan bizi dinlemenizi beklerken sizler en uç enstürümalarınızla yürüyeceksiniz üzerimize.

Biz sağcısı, solcusu, apolitiği, çevrecisi, feministi, çalışanı, işsizi,heteroseksüeli, eşcinseli, ahlaklısı, orospusu sanatçıcı, zanaatçıcı, imanlısı, imansızı kategorize edilmeden tek isim altında toplantık. Gezi direnişçisi.

Medya görmüyor, anlatmıyor, hükümet yanlısı yayın yapıyor peki gerçekler nerede? Orada...

Gezi Parkında, sabaha kadar gerçekler seyre ve desteğe açık duruyor. Şimdi lütfen bu konu hakkında tek kelime dahi etmek isteyen varsa önce kapasın şu lanet olası televizyonları atlasın otobüse, uçağa, vapura gezi parkına gelsin. Çapulcuların diyarına. Çapulcu örf, adet, gelenek ve göreneklerine göre baş üstünde tutulmaya...